4 Ekim 2006’da düzenlediği basın toplantısında ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson, “Türkiye’nin güçlü, güvenli, istikrarlı ve laik bir demokrasi olarak hayatta kalacağı konusunda hiç kaygı duymuyorum,” diyordu. Sözlerinin devamında da Türkiye’nin iç siyasetini ‘kakofoni’ diye niteliyordu. Türkiye’nin iç siyasetine bu tür müdahaleler çok ciddi bir hata. Doğru, Türk siyaseti zaman zaman fırtınalı. Amerikan siyaseti de öyle. Demokrasinin tabiatı bu. Fakat Türkiye’nin iç siyasetini ilgilendiren meselelerde açıkça yorum yapmak Amerikan elçisinin işi olmamalı. Belediyelerin alkolü yasaklayıp yasaklamaması, imam-hatip okullarının laik liselerle eşit düzeye getirilip getirilmemesi ve türban kararları Türk kurumlarının çözeceği konular.
Gerek Ankara gerekse Washington’daki birçok analist ABD-Türkiye ilişkilerindeki düşüşten Irak savaşını sorumlu tutuyor, fakat en son kriz, sorunun daha derinlerde yattığını gösteriyor. Bilhassa Irak savaşının hemen öncesindeki yıllarda ABD büyükelçileri Türkiye’ye çok sık müdahale eden ve partilerle adayları destekleyen bir görünüm arz etti. Bunu yapmamalılar. ABD elçiliğinin Türkiye’nin iç siyasetinde AKP veya başka herhangi bir siyasi partiden yana olma hakkı yok. Böyle yapmak Türkiye’nin bağımsızlığına ve demokrasisine saygısızlık.
Aynı nedenle ABD Kongre üyeleri ve senatörleri, Washington’daki bir Türk büyükelçisinin böyle kabaca müdahale etmesini asla hoş görmez. Şükür ki Türk büyükelçileri böyle bir işe kalkışmayacak kadar profesyonel.
ABD büyükelçilerinin müdahalesinin kötü niyetli veya komplocu nedenlere dayandığına inanmak istemeyebiliriz. Fakat bu nadiren böyle. Daha ziyade, naiflikle kibrin bileşiminden kaynaklı bir sorun söz konusu. Birçok diplomat iktidardaki parti hakkında güzel şeyler söylerse gerilimi azaltabileceğine inanıyor. Wilson’ın niyeti de belki buydu.
ABD siyasetçileri görünenin ardındaki karmaşıklığı nadiren idrak ediyor. Birçok Türk analist Başbakan Erdoğan’ın Oval Ofis ziyaretini destek işareti gibi okurken, ABD yetkililerinin büyük kısmı bundan bihaber: Bu görüşmeye, herhangi bir NATO liderine uygulanan bir protokol meselesi gibi bakıyorlar. Pek azı Türkiye’nin seçim döngüsüne girdiğinin farkında. Bazı ABD diplomatlarındaki kibir daha da büyük bir sorun. Yeterince kafa yormuyor, şahsi yaklaşımların önemli olduğuna inanıyorlar. Fakat Türkiye’deki laiklik tartışmasında hakemlik yapmak ABD büyükelçilerine göre bir iş değil.
PKK’yla etkin mücadeleye daha fazla mesai
ABD elçilerinin susup oturması gerektiğini söylemiyorum. ABD ve Türkiye’nin güçlü bir ortaklığı ve birçok karşılıklı menfaati var, askeri ve ekonomik meselelerin yanı sıra, terörizme karşı ortak mücadele söz konusu. ABD diplomatları Türkiye’nin iç siyasetine dair daha az yorum yapıp, PKK gibi terör örgütleriyle sadece sembolik değil, etkin mücadele konusuna daha fazla mesai harcasa, ilişkiler çok daha fazla gelişecek.
İkili meseleler bazen ciddi tartışmalara da sahne oluyor. Geçmişte Türk yorumcularla bazı siyasetçiler, zaman zaman büyükelçileri dürüst olmamalarından ve birkaç talihsiz örnekte de, dini inançlarından dolayı suçladı. Bazen hatalardan ders almak diplomatları daha güçlü kılar. Fakat, gerek ABD diplomasisinin rolünü gerekse Türk siyasetinin bağımsızlığını idrak etmek konusunda bir başarısızlık varsa, hatayı düzeltmek mümkün olmayabilir. Wilson istifa etmeli. Son ‘sınır ihlali’nin ardından, işini yapması için gereken güveni tesis edemez. ABD-Türkiye ilişkileri daha iyisini hak ediyor.
Yeni muhafazakâr eğilimli American Enterprise Institute’da uzman.